Onlar, bir şafak vakti el ele tutuşarak yola çıktılar. Vatan ve millet için çarpan yürekleriyle...
Ceberrut bir yönetime karşı, “Yeter! Söz milletindir” haykırışıyla…
1946 şafağının türküsünü söylediler hep bir ağızdan.
Sandık hilelerinin gölgelediği ilk mağlubiyetlerinden yılmadılar. Tozlu topraklı yollarda köy köy, oba oba, mahalle mahalle dolaşıp tezlerini anlattılar yılmadan.
İktidar oldular 1950 Mayıs’ında.
“Kişi”yi vatandaş yaptılar.
Ülkeyi ışığa, ümrana kavuşturdular.
Çatlamış topraklara hayat verdiler.
Karanlıkları aydınlıklarla yırttılar.
Yol yaptılar, çeşme yaptılar, hastane yatılar, okul yaptılar.
Barajlar, elektrik santralleri inşa ettiler.
O günlerin parti kongrelerinde muarızlara yönelik en büyük suçlama banka kredisi kullanmaktı. O kadar dürüsttüler ki, kredi almayı bile anlayamadılar.
Oysa, teminat karşılığında alınan o kredilerle özel sektör şahlanıyor, bireysel başarılar ödüllendiriliyordu.
Ne il başkanlarının, ne ilçe başkanlarının, ne diğerlerinin devletle bir kuruşluk yamuk işleri olmadı.
On yıl sonra 27 Mayıs!
“Sizi buraya tıkan kudret böyle istiyor” diyen hakimin karşısında dürüstlüklerinin verdiği cesaretle dimdik durdular.
Onları üç kuruşluk haram paraya mahkum edemeyenler, “cımbız” davası, “bebek davası”, “köpek davası” gibi palavralarla mahkum edip sehpaya gönderdiler.
Önce Dışişleri Bakanı Zorlu’yu ve Polatkan’ı astılar.
Sonra Başvekil Adnan Menderes’i.
Diğerlerini Kayseri hapishanesine yolladılar. Başlarında Bayar’la birlikte.
Onlarla birlikte onlara oy verenleri “kuyruklar” diyerek aşağılamaya çalıştılar.
“Kuyruk”lar bir örgü gibi birbirlerine sarılıp, birbirlerinden kuvvet alarak ayakta durmayı başardılar. Aşlarını, ekmeklerini paylaştılar.
Siyasi hısımlık kan hısımlığına dönüşmüştü. Birisinin derdi diğerinindi. Yılmadılar, kenetlendiler ve yeniden var oldular.
İşte Adalet Partisi.
Barajlar kralı Süleyman Demirel “Müreffeh Türkiye” idealının bayrağının dikiyor göndere.
Büyük heyecanla girişilen büyük hamleler.
“Biz DP’nin devamı değil, ta kendisiyiz! denilerek eserlere eser katılıyor.
Bürokraside, yargıda, basında parti yandaşlığı diye bir kavram henüz icat edilmemiş. Çünkü atanan valilerin, bürokratların hangi partiden olduklarını kimse bilmiyor. Emanet ehline veriliyor.
Yargıya asla müdahale edilmezdi. Basın hürdü ve asla sansür edilemezdi.
Böylesine iyi yönetilen bir Türkiye’de ekonomik göstergeler de harikaydı. Türkiye’de Japonya’dan sonra en hızlı kalkınan ülke idi. Yüzde 5 enflasyon, yüzde 7 kalkınma hızı! Kendi kendini besleyen yedi ülkeden biri idi Türkiye!
1965-70 böylesine “yıldız” bir dönemdi.
Parıltıların kamaştırdığı gözler çekemediler bu gidişi. İsviçre’ye kaçmış olan radikal bir siyasetçiyi sırf AP’nin oylarını bölsün diye Türkiye’ye getirtip, parti kurdurttular kendisine.
Nitekim oylar bölündü, koalisyon dönemleri başladı. Ülkede dirlik düzenlik kalmadı, devlet ciddiyeti de..
Terör ve anarşi başını alıp gitti.
12 Eylül’de bir düdük daha!
Haydaaa… sil yeni baştan.
10 yıllık bir suskunluk döneminden sonra yeniden toparlandılar, Zincir bozan yollarında ismini koydukları Doğru Yol Partisi’ni kurup siyaset meydanına çıktılar.
Yasaklandılar, partileri seçme sokulmadı ama yılmadılar!
Önce, liderlerinin yasaklarını kaldırdılar referandumda.
Sonra yüzde 27 oyla iktidar ortağı oldular.
Sonra liderlerini Cumhurbaşkanlığı’na taşıdılar.
“Güldürmeyin beni” diyen adama gülücükler gönderek.
Hepsini kısa geçtim. Demem o ki, bu dava hep küllerinden doğdu.
Bunlar gibi değillerdi. Dürüsttüler, inançlıydılar, ama inanç istismarı yaparak, halkı kandırarak oy devşirme hevesine kapılmadılar.
Bunlar gibi malı götürmediler.
Her mahallede bir milyoner yaratmak istediler ama, asla bir vurguncu, talancı yaratılmasına izin vermediler.
Bu davanın aziz başvekili, Siyasal’ı bitirip ticaret yapmak için izin isteyen oğluna aynen şöyle diyordu:
“Oğlum, ben Başvekilim. Sen ticaret yaparsan, Menderes alıp, Menderes satacaksın. Öyle olmasa bile halka öyle anlatacaklar. Ben buna izin vermem. İşte Hariciye, git memur ol!”
Bunların çocukları mı?
Onlar, genç yaşlarında zengin oldular. Kimi internet üzerinden ticarete soyundu, kimi likit yumurta sattı, kimi gemi sahibi oldu. Onların babaları çocuklarına bu yolda “aferin” dediler.
Yarın, Demokrat Parti’nin kurultayı.
Her defasında küllerinden yeniden domuş bu hareket donuk ve çaresiz görüntüler veriyor.
Başına geçirecek lideri bulamıyor.
Yazık!
Ne acı!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder