24 Ocak 2011 Pazartesi

DEMİR’İ UĞURLARKEN…

 Ömrün yoluna bir güz yaprağı daha düştü. Çok değerli dostum, kardeşim Demir’i önceki gün kaybettik. (Durdemir’e ben hep Demir diye hitap ederdim.) Acı haberi alır almaz kendi telefonundan aradım. Oğlu Köksal’ın verdiği bilgiye göre bir süredir nefes darlığı çekiyormuş. Hastaneye yatırmışlar. Pazar sabahı ilaçlarını almış, sonra fenalaşarak yoğun bakıma kaldırılmış. Saat 17.00’de de vefat haberi alınmış.

Son konuşmamız üç-beş gün önceydi. O’ndan annesini kaybetmiş olan Ayhan Türkez’in telefonunu aldım. Bir rahatsızlık emaresi görmemiştim. Sanırım, bir-iki gün sonra rahatsızlanmış ve hastaneye kaldırılmış. İşe bakın; bir başkasının taziyesi için O’ndan telefonunu soruyorum, bir hafta bile geçmeden O’nun taziyesi için oğlu Köksal’ı arıyorum. Demir, Ayhan’ın telefonunu verirken, üç gün sonra kendi telefonundan kendi taziyesi için aranacağını nasıl bilebilirdi ki!

O’nunla kırk yıla varan ortak bir geçmişimiz var. Uzun yıllar aynı mesleğin çatısı altında haber kovaladık. O, Akajans Bölge müdürü idi, ben de Türk Haberler Ajansı’nın. Rekabet yarışı içinde geçen günün sonunda bir araya gelir, tatlı sohbetleri ve kendine has kahkahalarıyla neşemize neşe katardı. Bir gruptuk. TRT’den Tünay Şenocak, Günaydın’dan Mehmet Şerif Aytekin ve ben. Çok sık buluşur, günün sosyal ve siyasal olayları üzerine konuşur, şakalaşır ve gecenin geç vaktinde dağılır, evlerimize giderdik.

Sonra ben Ankara’da memuriyete başladım, Şerif öğretmen oldu, Tünay TRT Haber Müdürü olarak devam etti, Demir de İhlas Haber Ajansı Bölge Müdürlüğü’nü yürüttü. Araya mesafeler girmişti ama birbirimizden hiç kopmadık. Erzurum’a geldiğimde ilk uğrak yerim Tünay’ın, ya da Demir’in bürosuydu. Oralarda buluşur, bol bol sahbet ederdik.

Birkaç gün önce Ankara’ya gelmişti; beni aradı, buluştuk. Kış Oyunlarıyla ilgili kitabının basımı için gelmiş. Oturduk, sağdan, soldan konuştuk, geçmişi yadettik. Bir başka gün de eski Bakanlarımızdan Rıfkı Danışman, eski Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz, ben ve O, Bahçelievler’deki bir pastahanede buluşup uzun uzun sohbet ettik. Erzurum’u konuştuk. Kış Turizminin Erzurum’a getireceklerini anlattık birbirimize. Geçmişi yadettik.

Acı haberi aldığımda Mehmet Nuri Yılmaz’ı aradım. Çok üzüldü. İlk tepkisi “bir dostu daha kaybettik” şeklinde oldu. Demir, O’nun da vefalı bir dostuydu. Demir demek vefa demekti, erdem demekti, dürüstlük demekti, sevgi demekti, güleryüzlülük demekti. Dengeli bir insandı. Aka ak, karaya kara demesini bilen biriydi. Dostlukları sağlamdı, kimseye de müdanaası olmadı. Velhasıl, adam gibi adamdı.

Kadere bakın ki, kitabını yazdığı kış oyunlarını göremeden Hak’ka yürüdü. Oysa ne kadar heyecanlıydı. Oyunların başlayacağı tarihi iple çekiyordu. Ölümün ipine sarıldığını nereden bilebilirdi ki…

Hayat böyle acı sürprizlerle insanın karşısına çıkıyor. Yakınlarınızı kaybediyorsunuz, dostlarınızı kaybediyorsunuz, yüreğinizde birçok acının kıvrımları oluşuyor ama yine de hayat devam ediyor.

İnananlar için ölüm yok oluş değil, sonsuzluğa açılan bir kapı. İkinci hayat orada devam edecek.

Ben, O’nu çok yakından tanıyan bir arkadaşı olarak Demir’in imanına, Allah ve Peygamber sevgisine şahadet ediyorum. İnşallah gittiği yerde de Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati O’nunla olacaktır.

Nur içinde yat kardeşim. Seni hep sevgi ile, rahmetle anacağız.

Hiç yorum yok: