“Komşularla sıfır sorun” politikası,
komşumuz Suriye bağlamında altı ay gibi kısa bir zaman içerisinde “sıfır
muhabbet”e dönüştü. Bakalım, ilerleyen zamanlarda diğer komşularımızla durumumuz
ne olacak?!
Beşar Esad’la Tayyip Erdoğıan’ın
kardeş kucaklaşması,
İki ülke arasında vizelerin
kaldırılması,
Ortak Bakanlar kurulu toplantıları…
Evet, hepsi 6 ay içerisinde yerle bir
oldu!
Peki, ne oldu da sıfır sorundan sıfır
muhabbete ulaştık?
Bu sorunun cevabı fazla karmaşık
değil. Çünkü her şey kendini belli ederek gelişiyor bu dünyada.
Libya’yı hatırlayalım. “NATO’nun Libya’da
ne işi var?” diye soran ses bu gün suskunluk içerisinde Libya’nın NATO
uçaklarıyla bombalanmasını seyrediyorsa, Suriye için “taşeron”luğa soyunması
aynı mantıkla irdelenmeli.
Esad’la kardeş kucaklaşması altı ayını
bile doldurmadan nasıl oldu da güreşçi peşrevine dönüştü?
Her şey, küresel gücün çıkarları
etrafında gelişiyor da ondan! Bakınız; bir yazımızda yine bahsetmiştik: ” Küresel
güç yerin üstüyle değil, altıyla ilgili” diye. Evet, Suriye’nin altında bir
zenginlik yok. Ama ileride İsrail’e, dolayısıyla ABD’ye gidecek bir zenginliğin
önünü kesiyor.
Denizde, Suriye-İsrail arasındaki bölgede,
Hayfa’ya 35 kilometre mesafede bulunan çok zengin doğal gaz yatakları var. Bu
yataklardan her biri 45 milyar dolarlık rezerve sahip. Hayfa limanının ileride
dünyanın enerji merkezi haline getirilmesi gibi büyük bir projeden söz
ediliyor. Kuzey Irak petrollerini de Hayfa limanına akıtıp, İsrail’i petrol ve
doğal gazda dünyadaki en etkili güç konumuna getirecekler.. İsrail’in bu konuda
çok ciddi yatırımları var. Projedeki tek engel Esad yönetimi. Suriye’nin başına
ABD ve İsrail yanlısı bir yönetimi getirmek istiyorlar. İşte bunun için düğmeye
bastılar!
Esad’ın da Kaddifi’nin de kendi
halklarına yaptıklarını onaylamak mümkün
değil. Gideceklerse de gitsinler. Kimsenin umurunda olmaz. Ancak, bu işin “demokrasi”
kılıfı altında yapılmasının ikna gücü sıfırdır; bunun bilinmesi gerekir.
Dönelim, bizdeki gelişmelere:
Anamuhalefet lideri “ABD’ye taşeronluk
yapıyorsunuz” deyince kızılca kıyamet koparanlar, bu böyle değilse altı ayda
neyin değiştiği konusunda bizi inandıracak enstrümanları ortaya koymalıdırlar! Oysa,
görünen tek enstrüman; ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un bir süre önce ülkemize
yaptığı seyahat sonrasında gelişen tutum değişikliğidir.
Açıkça şu görülüyor ki, ABD, partneri
İsrail’in yüksek çıkarları nedeniyle artık Esad’ı Suriye’nin başında görmek
istemiyor. Bunu da, kendisi Ortadoğu bataklığına bir daha saplanmadan yapmak
istiyor.
Eee, “eşbaşkan” ne güne duruyor?
ABD basınında son günlerde yer alan “Erdoğan
yağlamaları” nı da analiz edecek olursak, Başbakanımıza gaz verip Türkiye’yi
Suriye’ye saldırtmak istiyorlar.
Bizimki ise çoktan araziye uymuş
Suriye’ye ültimatom çekiyor. “İki hafta içinde reformlarını ilan edersen et,
etmezsen gösteririm sana!”
Dışişleri Bakanını gönderirken kendi
ültimatomunu götürdüğü zannediliyordu. Sonradan ABD’li yetkililerin ağzından
öğrenildi ki Davutoğlu Esad’a Clinton’un mesajını taşımış! İyi mi?
Peki, Türkiye Suriye’ye saldırır mı?
Bunu “Enver Paşa” sendromuyla
açıklamak gerekir diye düşünüyorum.
“Enver
Paşa” adlı eseriyle bu konuda inceleme yapan Şevket Süreyya Aydemir, Enver
Paşa’yı 1908-1914 arası döneme bakarak şöyle tanımlıyor:
“1908’in Hürriyet Kahramanı Binbaşı Enver
Bey, işte bu kısa devrede Enver Paşa, daha doğrusu imparatorluğun tek söz
sahibi olan, genç, inançlı, muhteris, daha doğrusu hem kaderci hem de kaderini
yaratan adam olarak sahnededir.”
Birileri
Enver Paşa olmaya niyetlenmişse tarih ona gerekli dersi veriyor.
Aman
ha!!! Kimse bu günlerde Enver Paşa’lığa soyunmasın!
http://ciglikgazetesi.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder