Kardanadam Diyor ki

BU AYIP DİYANETE DE
ERZURUM’A DA YAKIŞMADI…

Erzurum’da, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir Eğitim Merkezi var.
Dadaşkent merkezinde, şimdiki Aziziye Belediyesi sınırları içerisinde olan bu merkez, Türkiye’deki 9 Diyanet Eğitim Merkezi’nin en büyüklerinden biri.
Eski başkan, hemşehrimiz Mehmet Nuri Yılmaz’ın Diyanet Vakfı’ndan sağladığı para desteği ile buraya 110 kadar lojman inşa edildi. Böylece, diğer eğitim merkezlerinden farklı olarak kursiyerlerin aileleriyle birlikte barınmalarına imkan sağlanmış oldu.

Güzel bir eser.

Erzurum’da böyle bir merkezin açılması pek kolay olmadı. Dönemin şartları içerisinde DPT, o güne kadar açılmış olan Diyanet Eğitim Merkezlerini yeterli görerek başka bir merkezin açılmasına izin vermiyordu.

Dönemin Devlet Bakanı Kazım Oksay’ın (Diyanet İşleri Başkanlığı bu bakana bağlıydı) Danışmanlığını yapan hemşehrimiz Necati GÜNGÖR’ün gayretleriyle önce DTP engeli aşıldı, sonra sür’atle yapımına başlanarak bu eser Erzurum’a kazandırılmış oldu.

Bu merkeze en büyük katkıyı daha sonra DYP-CHP koalisyonu döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı’na getirilen hemşehrimiz Mehmet Nuri Yılmaz sağladı. Eli, hep bu merkezin üstünde oldu, ne ihtiyaçları varsa anında karşılandı ve bu günkü olgun haline getirildi.

Sonra, yine o dönem ismi Dadaşkent olan bu günkü Aziziye Belediyesi’nin Belediye Meclisi bir karar alarak buraya Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın isminin verilmesini kararlaştırdı. Kararını Diyanet İşleri Başkanlığı’na iletti. Başkanlık da teklifi uygun bularak Erzurum Diyanet Eğitim Merkezi’nin ismini “Mehmet Nuri Yılmaz Eğitim Merkezi” olarak tescilledi.

Merkezin ismi uzun süre bu isimle anıldı, yazışmalar bu isim üzerinden yapıldı.

Sonra ne mi oldu?

Bundan sonrası bir ayıplar manzumesi.

AKP iktidarı önce başkan Mehmet Nuri Yılmaz’ı görevinden aldı, yerine bu günkü başkan Prof. Bardakoğlu’nu getirdi.

Yetmedi, Yılmaz’ın bütün kadrosu darmadağın edilerek yerlerine yenileri atandı.

Diyanet’te bir Erzurum’lu kıyımı başlatıldı. (Sanki bunların hepsi Mehmet Nuri Yılmaz’ın adamıymış gibi..)

Mehmet Nuri Yılmaz’ın 12 yıllık devasa hizmetleri, başına ustaca bir uyanıklıkla “ilk defa” deyimi konularak kendilerine mal edilmeye çalışıldı.

Yılmaz’ın en büyük eserlerinden biri olan DİYAM, (Diyanet Araştırma Merkezi) yeni kurulmuş olduğu halde icraat yapmasına fırsat tanınmadan kapatıldı.

Bardakoğlu yönetimi Yılmaz’dan hınç almak ister gibi, O’na ve eserlerine darbe üstüne darbe vurmak istedi.

Hepsi fos çıkan iddialarla davalar açtırdı, bu davaların tamamı beraatla sonuçlandı.
En sonunda yapacağını yaptı; Mehmet Nuri Yılmaz’ın ismini Diyanet Eğitim Merkezi’nin tabelasından kaldırtma ayıbını işledi.

Bu ayıp birilerine yakışmış olsa da Diyanet’e hiç yakışmadı.

Erzurumlulara da yakışmadı.
Erzurum her zaman olduğu gibi yine “kendi değerine sahip çıkamama ayıbı”nı işledi.
Başta Aziziye Belediyesi, verdiği kararın arkasında durmadı. Mehmet Nuri Yılmaz’ın ismini bu belediye önermişti, kaldırılmasına yine bu belediye seyirci kaldı.

Merkezin yeni ismi “Ömer Nasuhi Bilmen” Diyanet Merkezi olmuş.

Ömer Nasuhi Bilmen ismi hiç şüphesiz Erzurum için büyük bir değer taşır. O da eski bir Diyanet İşleri Başkanımızdır ve gurur duyduğumuz hemşehrilerimizden birisidir.
Ancaaak; birininin adını yaşatmak için, öbürünü öldürmek mi gerekir?
Bu mudur ahde vefa, bu mudur vefa ahlakı?
Bilmen’in ismini verecek yeni bir eser yapmak yerine, mevcut eserin tabelasını değiştirmek; eğer Yılmaz’dan intikam almak değilse, büyük bir ayıptır!
Bu ayıp ne Diyanet’e, ne Erzurum’a yakışmıştır!
Umarız, bu hatadan tez zamanda dönülür!
İşte öneri: Diyanet İşleri Başkanlığı, bu merkezin yanına uzun zamandan beri ihtiyacı hissedilen ve dile getirilen büyük bir Kültür Merkezi inşa etsin, adını da “Ömer Nasuhi Bilmen Kültür Merkezi” koysun! Yapabiliyorsa bunu yapsın.

İsimleri levhalardan silmek kolaydır da, gönüllerden nasıl sileceksiniz?
Mehmet Nuri Yılmaz, gönüllerde taht kurmuş, dine ve diyanete çok büyük hizmetlerde bulunmuş bir Diyanet İşleri Başkanımızdır. Onlar varlığını inkara, yok saymaya kalkışsalar da O, bizim başkanımızdır!
Aydın duruşu, hoşgörüsü ve insan sevgisiyle örnek aldığımız bir adam.
Adam gibi adam!
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
Ovacık’ta bir festival…

Ovacık, Erzurum’un Kuzey yamacında 36 köyden oluşan bir yerleşim yeridir.Halkı, tarım ve hayvancılıkla uğraşarak geçimini sağlar. Yoksulluk bu yörede diz boyudur. Gençler gurbete çıkıp iş ve ekmek kapısı aradıkları için köylerde daha çok yaşlılar yaşar.


İnançlı bir halkı vardır Ovacık’ın. O nedenle kadercidir. Rızkın Allah’tan geldiğine iman etmişler, hep verilenle yetinmişlerdir. Güzel insanlardır. En küçük bir iyilikle fethedilmesi kolay insanlardır.


Erzurum’un şirin beldesi (o eskidendi şimdi köy statüsünde) Ovacık, Ovacık olalı ilk defa bir festival gördü.


“Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü” merakında bir şaşkınlıkla beraber…


Ovacıklılar, ayaklarına bir bakanın gelmiş olmasından da tarifsiz (!) bir mutluluk (!) duydular.


Mehter takımının, ciritçilerin ve bar ekibinin gösterilerinden sonra ayaklarına gelip kendilerine onur veren bakanı önce süzdüler, sonra can kulağıyla dinlemeye koyuldular.


Acaba bakan bey Ovacık için neler söyleyecek, neler vaat edecekti. Sekiz yıl boyunca neredeyse hiç hizmet almamışlar ama siyasi vaatlerin bereketinden mahrum kalmamışlardı. İşte devlet yine karşılarındaydı.


Bakalım; adı “Devlet” olan bakanlık, kendilerine devletin hangi müjdesini verecekti?


Zavallı nereden bilsin ki; bütün bu olup bitenler referandum hatırınaydı. Ovacık’ın munis ve kaderine alışık halkı devletin bu defa referanduma “evet” dedirtmek için ayaklarına geldiğini neden sonra fark ettiler. Birinci ovacık festivali bunun için düzenlenmişti. Bu kalabalık, bu bakan, bu vali, bu mebuslar, bu mehteran takımı, bu bar ekibi bunun için buradalardı.


Akp önce ortam yaratıyor, sonra ustalıkla mesajını veriyordu insanlara. Bu da öyle bir şeydi işte.


Bakan önce, bu tür organizasyonların kültürümüzün yaşatılmasındaki önemine işaret ediyordu ki; kalabalıktan yaşlı biri merakla yanındakine sordu: “Bize kültür inekleri (kültür ırkı demek istiyor) gelecek diyorlardı, şimdi onları mı söylüyor?”


“Yok dayı, bu dedikleri şey oynamakla ilgili. Bak, festival yapıyorlar.”


“Bizi mi oynatacaklar?”


“He dayı, bizi yıllardır oynatıyorlar zaten. Bu da festivallısı.”


Bakan konuşmaya başladı. Dedi ki Ovacıklılara:


“Erzurum, bulunduğumuz coğrafyada eşi olmayan tesislere kavuştu.”


???
“Erzurum’un geleceği çok iyi. Atlama kulelerini biliyorsunuz.”


????


Yaşlı adam dayanamayıp sordu:


“Bu dediği ne ki yegen, bizi ğaladan mi atlatacaklar? (Erzurum kalesini kastediyor)”


“Dayı, bilmirmisen ki bizi hep atlatirlar. Ha kaleden, ha kuleden ne fark eder?”


Bakan devam etti:


“Bu kulelerin Avrupa’da eşi yok. Asya’da yok, en yakın kule Slovenya’da. Erzurum bu kazanımlarını iyi değerlendirmeli.”


Yaşlı adam dayanamadı:


“Ola oğul biz yıllardır boklu derelerden, çaylardan atlaya atlaya, aslıyok vaatlerle atlatıla atlatıla atlama şampiyonu olmuş bir halkız. Atlama kulesiymiş. Bu neyimize derman olur ki? Bu herif ne diyir bele?”


“Bak dayi, eşi ne Avrupa’da, ne Asya’da var diyor. En yakın kule Silivonya’daymış.!


“Ola orasi da nereymiş?”


“Bennam,(bilmem) işte ele bir yer.”


Yaşlı adam olup bitenlere bir anlam veremedi. Yanındakilere de surat ekşiterek söylene söylene uzaklaştı festival yerinden:


“Zırpolara bah, bizinen eylenirler!”


“Kuleyimiş, eşi menendi yokmuş. Buna ne benden ola (ulan)?”


“Ğarnım aç benim, ğarnım! Ossurim senin ğulene!”