3 Ağustos 2010 Salı

KÖREBE OYUNU!



Bu oyunu küçük yaşlarda oynardık.

Bazen ebe olurduk, bazen de ebenin etrafında dönüp kaçanlardan…

Eğlenceli bir oyundu.

Şöyle oynanırdı:


Önce ebe denen oyuncunun gözleri bir mendil veya eşarp gibi bir malzemeyle bağlanır ve ebe etrafını göremez hale getirilirdi. Diğer oyuncular körebenin etrafında dolaşır ve ona dokunup kaçarlardı, yakalanmamak esastı. Körebe birini yakalarsa hemen adını söylemek zorundaydı. Eğer yanlış isim söylerse oyun tekrar başlar ve Körebenin ebeliği devam ederdi. Yakaladığının adını doğru söylerse yakalanan ebe olurdu. Ve bu oyun, bazen fasit bir dairenin içinde, bazen dikdörtgen gibi bir çizginin içinde devam ederdi.

Milletlerin kaderi bazen bu tür oyunlarda gizlidir.

Bu gün milletçe içine düşürüldüğümüz durum gibi!

Gelin, şimdi bu oyunun aktörlerini yerli yerine koyalım:

Körebe, gözleri bir eşarpla sıkı sıkıya bağlanmış olan gamsız adam. Görmüyor, etrafında vurup kaçanları yakalamak; ebelikten kurtulmak için güçlü bir azim ve irade sergilemiyor. Çünkü halinden memnun. Ebe olmak, koşturmak, görüyor gibi yapmak ona yetiyor; hatta hoşuna gidiyor. Körebeye okyanus ötesinden bir zat gaipten güç katıyor. Yanına ölüleri de al, daha da çoğal ve 12 Eylül’de Evet mührünü bu Cumhuriyetçi mel’unların yüzlerine yüzlerine vur!

Vurmaz mı?

Körebenin etrafında vurup koşuşturanlara gelince; kimler yok ki! Yalaka valiler, yalaka bürokratlar, mücahit bozması müteahhitler, cia’dan maaşlı kalemşörler, hakim gücün mümtaz(!) tartıcıları, evet efendimcileri, it Osman (sırtında sarılı, allı, yeşilli buruşuk gömleği ile koşuşturan mahallenin bulaşık çocuğudur o), şalvarlı cüppeli saltanat heveslileri, ajanlar, yabancı komiserler, bölücüler, saidciler, menzilciler, bilcümle tarikat ve cemaat müritleri, “ayol, çok hoş bir adam; salına salına yürüyor” diyerek mahallenin kabadayısına sevda şarkıları düzen, kocalarının aldıkları ciplerde caka satan görgüsüz sosyetikler.

Her biri “elim sende” vuruşu yapıp, sıvışıyorlar ebenin yanından.

Yakalanmamak için.

Ebe ara sıra birini yakalıyor. İsmini söylemek zorunda.

Kömürcü! Diye bağırıyor.

“Bilemedin” diyor yakalanan. “Ben valiyim.”

Ebe itiraz ediyor: “Ama yüzünde kömür karaları var, elime bulaştı. Sen vali olamazsın!”

“O benim şerefim” diye yaltaklanıyor vali.

Kör ebe, gözünde bağlı eşarbıyla bu defa başkasının peşinden koşturuyor.

“Borazancı!”.

“Hayır, ben medya genel müdürüyüm. İktidarın gözdesiyim.”

“Ama elinde borazan gibi bir şey var. Yoksa sen Dinar bandosunun borazancıbaşı mısın?”

Bu oyunun seyircilerinin yanında, taktik verenleri, uyarıcıları da var.

Oyun, seyircisini eğlendiriyor. Taktik verenler kenardan bağırıyor ebeye:

“Boşuna nefes tüketme. Hangisini yakalasan altından çapanoğlu çıkacak. İyisi mi sen gözündeki bağı çöz. Etrafına bir bak. Kimlerle dans ettiğini gör! Bu oyundan kurtul!”

Sokağın öte başında bir hapishane. Parmaklıklar arkasından oyunu seyreden mazlumlar: “Şu tartıcılara iyi bak. Kimin namına, neyi tarttıklarını görmeye çalış! Bu oyunun aktörleri dışarıda. Bak, çöp kutusundan Sevr’in yırtık parçalarını toplamışlar, bir pazılı dizer gibi özenle bir araya getirip, yeniden hayatımıza sokmak istiyorlar. Anla artık!”

Ebenin sadece gözleri değil, feraseti de bağlı; göremiyor!

Sonunda;

Düdük ötüyor, oyun bitiyor, gözlerdeki bağ çözülüyor, kahramanların kanla, kılıçla yazdıkları tarih yeniden canlanıyor.

Karanlık emelleri kursaklara tıkayan tarih!

BOL FATİHALI BİR TATİL

Temmuz sıcağında uzun bir tatil. Ege kıyılarının güzelliklerini seyrede seyrede dolaştık.

Vatanımızın doyumsuz güzelliğini bir kez daha doya doya yaşadık.

Yol boyunca dillerimizde Fatihalar, bize bu vatanı armağan eden Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarıyla askerlerine bolca Fatihalar okuduk, dualar ettik.

“O kahramanları rahmetinle yıka Allah’ım!”

BAŞBAKAN MAAŞIYLA GEMİ ALINIR MI?

Yol boyunca 14 yaşındaki oğlumun yerli-yersiz sorularını cevaplıyorum.

Bir ara soruyor: “Baba, başbakanın oğlunun gemisi mi var?”

“Evet” diyorum.

“Peki, Başbakan maaşıyla gemi alınabilir mi?”

14 yaşındaki çocuğa nasıl anlatabilirdim ki…

“Hayır evladım, o gemicik. Muhtemelen oturma odalarının büfesinde aksesuar olarak duruyordur.”



Hiç yorum yok: