Zalimler, zayıflardan beslenir.
İsrail’in edepsizliği, haydutluğu bana tarihi bir olayı hatırlattı.
Anlatacağımız olay farklı olsa da, mantığı ortak. Güçlü bir devlete, güçlü bir lidere sahipseniz iki cümlelik lafınız muhataplarınızı hizaya getirmeye yeter!
Bunun örnekleri O muhteşem Türk zamanında çok yaşandı.
Dost tarihçiler de, düşmanların tarihçileri de bunları övgü ve takdir ile kaydetti.
Şimdi düştüğümüz duruma bakın; 7 milyonluk İsrail, 70 milyonluk Türkiye’nin gemisine saldırıyor, silahsız, savunmasız vatandaşlarını öldürüyor. Evet, bu bir devlet terörüdür!
Peki, savaş mı açalım? Ülkeyi maceraya mı sürükleyelim?
Elbette hayır.
Şerefli mazimizden kanatlanıp, o küçük devlete de, onun arkasındaki hakim güce de yapılması lazım gelenleri yapalım.
Hadi, işe o madalyadan başla sayın Başbakan.
Malum; ABD’deki güçlü Yahudi lobilerinden biri olan AJC, 2004 yılında Erdoğan’a cesaret madalyası vermişti. Erdoğan, bu madalyayı alan ilk Müslüman olmuştu.
Şimdi o madalyayı suratlarına fırlatma zamanıdır. Bakalım, yapabilecek misin?
Sonra da şu eşbaşkanlık meselesini gözden geçir.
İsrail’in arkasındaki o hakim güce bu ünvanı iade etme cesaretini göster! Bakalım, gösterebilecek misin?
Bakın, şu sözler bize değil, eski kankaları Milli Gazete’ye ait:
“BOP, Büyük Ortadoğu Projesi, G7’lerin bir projesi. Global elitlerin, Ortadoğu’yu yeniden yapılandırma projesi. Fas’tan Endonezya’ya kadar İslâm coğrafyasının haritalarını kanla değiştirme projesi. İsrail’in emniyetini sağlama projesi. Büyük İsrail Projesinin anahtarı.
Global elitler, BOP yürütücüsü olarak bir eş-başkanlık komisyonu oluşturdular. Burada, G7 üyesi bir ülkenin başbakanı, Berlusconi, adeta baş eşbaşkan pozisyonunda. Yanına da bölgeden iki kişi daha atanıyor. Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih ve
T.C. Başbakanı Tayyip Erdoğan.
Global elitler, kendi projelerini yürütmek için içlerinden birinin başkanlığında iki memur atıyorlar. Bölgeyi tanıyan, bölge halklarını ılımlılaştırabilecek ve zalimlerin kanlı projelerini yürütebilecek iki memur. Kısacası eşbaşkanlık, hüzünlü bir memuriyet. Bir projeye iliştirilmiş bir pozisyon. Aslolan, proje. Proje bitince, Eşbaşkanlık da bitiyor.
T.C. Başbakanlığı, halkın Meclis aracılığı ile verdiği bağımsız bir makam. Bir kazanım. Bir projeye bağımlı olmayıp, projeler üreten bir makam. Bir vizyon ve misyon makamı.
Şimdi, T.C. Hükümetinin başındaki şahıs, Tayyip Erdoğan, bu iki ünvana da sahip. Hem milletin seçtiği Başbakan hem de global elitlerin atadığı Eşbaşkan.”
(Bu yazı Gündem bölümü’nde 06.08.2006 tarihinde yayınlandı)
***
Gelelim, asıl anlatmak istediğimiz olaya:
Yıl 1926. Yeni Suudi devletinin Kralı, vahabi anlayışı gereği ülkedeki bütün mezarları yıktırmaktadır. Sıra Peygamberimizin mezarına gelir. O’nun mezarı da yıkılacaktır. Durumu haber alan Atatürk, Kral’a şu telgrafı çeker:
“Bir tek taşına bile dokunursanız, ordularımı aşağı gönderirim!”
Ve İslam’ın muazzez peygamberi Hz. Muhammed’in mezarı, Büyük Atatürk’ün bu tegrafıyla yıkılmaktan kurtulur.
Bu belge, Atatürk’ün doğumunun 100. yıldönümü kutlamaları sırasında Dışişleri Bakanlığında yapılan bir arşiv çalışması sırasında ortaya çıkar. Çalışmayı yapan uzman, arşivden çıkan bu telgrafı büyük bir heyecanla grubun başkanı, eski RP İstanbul milletvekili Prof. Nevzat Yalçıntaş’a iletir. Belge, Yalçıntaş’ı da heyecanlandırmıştır. Durum ilgililere iletilir ve 100. yıl çalışmaları sırasında bastırılan bir kitabın kuytu bir köşesine yerleştirilir.
(Burada bir parantez açtık: Bu olay bizzat Yalçıntaş tarafından tv ekranlarında dile getirilmiştir. Bunu RP’li Nevzat Yalçıntaş değil de bir başkası ifade etseydi malum çevreler bunu Atatürkçülerin uydurduğu bir yalan olarak takdim ederlerdi. Ne var ki belgenin gerçek ve doğru olduğu bu RP’li milletvekili tarafından defalarca teyit edilmiştir.)
Buna da yalan diyecek olanlar varsa biz Yalçıntaş’ın yalancısıyız.
Şimdi soruyoruz: Bu belge niçin yıllarca Türk halkından gizlenmiştir?
Dışişleri Bakanlığı’nda böyle bir belge varsa, halen niçin açıklanmamaktadır?
Büyük Atatürk’ün yüce Peygamberimizin mezarını yıkımdan kurtardığı bilgisi kimlerin hoşuna gitmez?
Halkımızın işaret parmaklarının hangi tarafa döndüğünü görür gibiyim.
***
O muhteşem Türk yaşasaydı, bu gün Peygamberimizin bir vasiyeti daha yerine getirilmiş olacaktı. O vasiyet şuydu:
”Mukaddes yerlerin daima İslam hakimiyeti altında kalmasını temin edin!”
Bakın, ne diyor Atatürk:
"Şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyetin mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzu altına girmesine mani olacağız. Buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmiyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyete lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selahaddin'in idaresi altında, uğrunda hristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmiyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allahın inayeti ile kuvvetliyiz." (Milli Arşiv'de 030 10 266 793 25 numaları dosyada saklı tutulan belge.)
Vicdanlara havale ediyoruz!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder